“Ben de deh’rin çekmeğe geldim deh’re.”
Dedesi Orhan Kemal’in doğumunu, Çanakkale’de topçu subayı olarak görev yapan babası Abdülkadir Kemali’ye bu telgrafla bildirir.
Adana/ Ceyhan 15 Eylül 1914
Asıl ismi Mehmet Raşit Öğütçü olan Orhan Kemal’in elli altı yıllık yaşam ve ekmek serüveni bu telgrafla başlar. 1920-23 yılları arasında babasının I. Mecliste Kastamonu milletvekili olarak görev almasının ardından, 1930 yılında babasının da aralarında bulunduğu bir grup siyasetçinin kurduğu Ahali Cumhuriyet Fırkası’nın kapatılması dokuz yıl sürecek bir yurt dışı macerasını başlatır Orhan Kemal’in hayatında. Sürgün öncesi dönemi “Baba Evi” romanında “Ben babamı asıl fırka mücadelelerinde tanıdım. Nutuk söyleyenleri niçin alkışladığını bilmeyen insanlarla dolu sokaklar… Kalabalık, hep kalabalık…” sözleriyle anlatır. 1931 yılı Beyrut sayfasını açar, orada avarelik, çalışma ve bilinçlenme karışıklığında iki yıl geçirir. Avukatlık görevini burada sürdüremeyen babası annesinin altınlarını bozdurarak bir lokanta açar. Orada garsonluk yapmaya başlayan Mehmet Raşit o yılları romanlarında: “… 1930’larda hayatı doludizgin yaşıyor; seviyor, seviliyordum. Ama ne olursa olsun, geceleri sarhoş bile olsam, sosyoloji, felsefe kitaplarını bol bol okuyor, dünya klasiklerini, bu arada daha çok Maksim Gorki’yi tanıyordum. İçimdeki yazmaya dair kıpırtılar beni boyuna şiire zorluyordu. Okullarda öğretilen kitabi edebiyatla hiç mi hiç ilgim olmamakla beraber çeşitli şairlerin şiirlerini okuyor, bu şiirlerin uyumlarıyla edalarını şıp diye kavrayarak onlar gibi yamaya başlıyordum. Yıllar böyle geçiyordu. ” sözleriyle anlatır.
1932’de Beyrut’tan ayrılıp Adana’ya yerleşen Mehmet Raşit, çırçır fabrikalarında işçilik, dokumacılık, kâtiplik, ambar memurluğu yapar. Beş yıl sonra Nuriye isminde bir kızla evlenir, bir yıl sonra da ilk çocukları Yıldız dünyaya gelir. Bu evlilik yıllar süren hapis hayatı, sürgünler ve en önemlisi geçim sıkıntısıyla defalarca sınanır. Tuttuğu günlüklerden birinde eşi Nuriye’yi ve içinde bulundukları sıkıntıyı şöyle anlatır: “Şu Nuriye, gerçekten de müthiş bir kadın! Hani kahraman filan diyeceğim geliyor. Unkapanı, Cibali Fırın sokak No: 20’deki zırıltılı evimizi haftada bir, iki baştan aşağıya silip süpürmesi, beni çocukları gıcır gıcır yıkaması, keza odalar gibi çamaşırı da tek başına yıkayıvermesi… Eve ifrit döndüğüm zamanlar –ki böyle zamanlar çoktur- benim yüz eğrimi hatta öfkeli bağırtılarımı, huysuzluklarımı çeken gene odur. O bir melek mi?” Evliliğin birinci yılından sonra askerlik görevi için Niğde’ye gitti. Buradan “yabancı rejimler lehine propaganda ve isyana teşvik” iddiasıyla hakkında dava açılır ve beş yıla mahkum edilir. Ve ilk şiirini bu dönemde Kayseri 19. Piyade Alay Hapishanesi’ndeyken “Reşat Kemal” takma ismiyle “Yenigün”de yayımlanır. Bir yıl sonra Bursa Cezaevi’nde Nazım Hikmet’le tanışır. Bu tanışma sanat hayatında tam anlamıyla bir dönüm noktası olur. “Nazım Hikmet’le Üç Buçuk Yıl” kitabında topladığı anılarla usta çırak ilişkisi gibi gözüken yakınlığın aslında gerçek bir dostluk olduğu göz önüne serilir. Bu kitapta geçen bir bölümde Nazım Hikmetle olan ilişkilerini şöyle anlatır Orhan Kemal: “Benimle inceden inceye uğraşırdı. O kadar ki, yarı aydınlığımdan yahut küçük burjuvalığımdan gelen vıdıvıdıcı tabiatımdan, bir atkım huy ve telakkilerime kadar…” Bu dostluk biraz da Nazım Hikmet’in onun şiirlerine yaptığı keskin eleştiriler Orhan Kemal’in öykü ve romana yönelimini sağlar. Günlüklerinde bu hadise şöyle anlatılır: “… Bir gün neredense eline bir roman başlangıcım geçer. Okur. Ayaklarında takunyalar koşarak, heyecanla geldi. Soluk soluğa sordu: ‘Siz mi yazdınız bunu? ’ Çekinerek, ‘Evet’ dedim. ‘Birader, neden bahsetmediniz bundan. Siz hikaye yazın, roman yazın!’ ”
“İnanın ki şair sözü elbette doğrudur.” diyen Nazım Hikmet haklı çıkmıştır.
Bütün bunlardan sonra Mehmet Raşit’i Orhan Kemal yapan roman ve öykü serüveni başlar.
1943 yılında tahliye olduktan sonra Adana’ya döner. Yıllarca hamallık yapar. Bu dönemde “üstat” dediği Nazım Hikmet’in ismini verdiği oğlu Nazım dünyaya gelir. 1945 yılında kalan 35 günlük askerlik görevini yerine getirmek için Kilis’e gider. Bunun ardından Çorum’a sürgüne yollanır ve halen Suriye’de bulunan babasının devreye girmesiyle serbest bırakılır. 1949 yılında oğlu Kemali doğar ve sonrasında İstanbul’a taşınırlar. Bu durumu: “Adeta itiliyordum İstanbul’a. İktidarın da etkisiyle babamdan alacağım miras engellenmiş, yazarlık işleri de tamamen kesilmişti.” diyerek günlüklerine not düşüyor Orhan Kemal.
“1957 Türkiye’sinin pahalılığı ile alay eder gibi dördüncü çocuk babası olarak yeni güne giriyorum.” Son çocuğu Işık’ın doğumu da bu satırlarla yer bulur kendine o günlüklerde. Bu tarihten dokuz yıl sonra bir ihbar üzerine iki arkadaşıyla birlikte tekrar tutuklanır. Bu kez suçlama: “hücre çalışması ve komünizm propagandası yapmak”tır. Bir ay sonra Türkiye Edebiyatçılar Birliği toplantısında Melih Cevdet ve Yaşar Kemal’in yaptıkları konuşmaların ardından bilirkişi tarafından verilen “Suç teşkil edecek cihet bulunamadı.” raporuyla serbest kalır.
Orhan Kemal’in 56 yıllık yaşamı, bu hapislik- özgürlük çıkmazında 42 eser ortaya koyma başarısıyla şaşkınlık uyandırır aslında. O, işçileri memurları, mahkumları, emeklileri, genç erkek ve kızları, çöpçüleri, kadınları, kısacası küçük insanları konu aldığı romanlarıyla üst kesimleri konu edinip, aynı zamanda onları okur edinenlere baş kaldırır.
Ailesi tarafından ilk kez 1972 yılında Yılmaz Güney’e “Boynu Bükük Öldüler “ romanıyla verilen ve sonrasında her yıl bir yazarı onurlandıran “Orhan Kemal Roman Armağanı” Orhan Kemal’in edebiyat dünyasında gölgesini taşır, birileri daha bu esintiye kapılıp onun umudundan ve iyimserliğinden pay alabilsin diye.
Orhan Kemal’in dünyasında hoş izler bıraktığı insanlardan biri de Edip Cansever’dir. Ölümünün ardından Şunları karalar Cansever:
“Sevgili Orhan,
Ne yaparsan yap, saati kurma.
Her geçen gün yeni bir gerçek oluyor.
Seninle hep uzaklık gibi böyle.”
Biyografi: Orhan Kemal
— Evrim EGE, Mayıs 2013
Ömür Yanıkoğlu
Çok hoş olmuş Evrim Hanım, kaleminize sağlık! Yazılarınızı ilgiyle takip ediyorum :)
“Siz hikaye yazın, roman yazın!” kısmı gözümde canlandı resmen :D